23 Ağustos 2011 Salı

Muhtemelen Bilmediğiniz 20 Meyve

Hem zamanı değerlendirmek, hem de İngilizce bir şeyler okumak için girdiğim bir sitedeki ilgimi çeken bir listeden söz etmek istiyorum sizlere. Başlıktan da anlayacağınız üzere bu yazı, çoğumuzun daha önce görmediği meyvelerden söz ediyor bu liste. Bir çoğunun Türkçe isimlerini bulamadığım bu meyvelerin nerelerde yetiştikleri ve neye benzedikleri hakkında kısa kısa metinler ve meyvelerin fotoğraflarının olduğu bu sayfayı sizlerin de beğeneceğiniz umarak, sayfanın bağlantısını ve meyvelerden birkaçının fotoğrafını aşağıya ekliyorum.


Star fruit
Rambutan


20 Ağustos 2011 Cumartesi

İçimdeki Çocuk

Bildiğiniz gibi şu sıralar biraz yorucu geçmekte günlerim, geçici yurt hayatımın da perşembe günü sona ermesi ile günler daha da yorucu hale geldi. Sebebi ise saat 9:50'de başlayan TOEFL kursuna yetişmek üzere sabah erkenden İstanbul'un yolunu tutmam ve akşamları yine Sakarya'ya gelmem... Tabi bu durum sadece 2 gün daha devam edecek, sonrasında hayatın yoğun temposu yakamı bırakır mı bilmiyorum ama en azından her gün günde toplam 6 saat süren yolculuklarım sona ermiş olacak...

Hayat beni yoradursun, diğer yandan içimdeki çocuğa rahat bir nefes aldırmak üzere, ne zamandır aklımda olan bir şey yaptım: ona oyuncak aldım. Aslında siparişini daha önceden vermiştim ancak elime yeni geçti oyuncağım; kumandalı helikopterim.

Oyuncak ifadesini kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum, zira asıl amacım kendime yeni bir hobi edinmekti. Bu yeni hobim ile ilgili ilk izlenimlerim olumlu, kesinlikle devam etmeliyim. Hatta siz de başlayın bence. Evinizdeki muhabbet kuşunu siz yönlendiriyormuşsunuz gibi hissettiriyor insana.

İlk başlarda kontrol etmekte zorlanıyorsunuz ancak sonrasında istediğiniz yere indirip, indirdiğiniz yerden istediğiniz doğrultuda kaldırabiliyorsunuz. Tabi bu aşamaya gelene kadar epeyce çarpıyorsunuz etrafa, bu sebeple geniş bir kapalı alanda yapmanız faydalı olacaktır alıştırmalarınızı. Çok sefer düşürdüm, ya da çarptım etrafa.

Tabi helikopterimle ilgili canımı sıkan bazı durumlar da yok değil, mesela şarjının en fazla 10 dk gitmesi eğlencenizin çabuk biteceği anlamına geliyor. Küçük helikopterlerin hepsinde bu süre aynı, onun için elimizden pek bir şey gelmiyor bu konuda.

Her şeye rağmen güzel, içinde olmasam da bir helikopteri uçurmak çok güzel... Eğlenceli... Hem de çok...




8 Ağustos 2011 Pazartesi

İstanbul'u Yaşamak

Blog'umu geçici olarak güncelleyemememin sebebi olan İngilizce kursum ve bu sebeple İstanbul'da olmamdan kısaca bahsetmiştim daha önce. Bu yazımda ise İstanbul'da bir gün içinde yaşadıklarımdan birazcık söz edip, gördüğüm güzellikleri sizlere yazılı ve görsel olarak aktarmak istiyorum. Özellikle görsellik kısmı için bu defa fotoğraf makinemi yanımda getirdim ve sizlerle paylaşmak adına bir kaç fotoğraf çektim. Hemen buraya not edeyim, fotoğrafların çoğunu hareket halindeyken çektiğim için simetrik açıdan bazı hatalar kaçınılmaz oldu fotoğraflarda.

Sabah uyandığınızda ilk duyduğunuz ses martıların sesleri oluyor İstanbul'da. Odanızın penceresine yöneldiğinizde ise havada uçuşmakta olan martıları görüyorsunuz haliyle. Şehrin gürültüsüne rağmen sesleri, kalabalığına rağmen ise kendileri kolaylıkla fark ediliyor martıların. Hatta öyle ki, bu yazımı yazarken bile pencereden eşlik ediyorlar bana. Pencereden tek eşlik eden ise martılar değil... Boğazın eşsiz manzarası ile gerçekten de göğü delen o yüksek binaların tezatlığını yaşıyorum pencereden baktığımda. Geceleri ise ayrı bir güzellik katıyor köprünün ışıkları. Hele bir de Çırağan Sarayı'ndaki düğünlerde atılan havai fişekler, köprünün ışıklarını eşlik ediyor ya... Anlatılması güç bir ışık şöleni çıkıyor ortaya.

Yalnızca bunlardan ibaret değil tabi ki İstanbul. Sabahları işe gitme telaşı sarıyor herkesi, akşamları da tersi söz konusu bu telaşın. Bir kısmı ben gibi yürüse, vapura (ya da diğer toplu taşıma araçlarına) binse de, insanların azımsanmayacak kadar büyük bir kısmı kendi aracıyla gidiyor işine. Onları oluşturduğu trafikle işimiz yok şu an, neticede vapurda trafik yok. Aslında trafik yok dediğime bakmayın, bir günde boğazdan geçen araçlar kadar araç geçmiyordur bizim evin önünden. Tıkanmasın da, varsın trafik olsun boğazda da.

Beşiktaş'tan vapur ile Kadıköy'e geçtiğimde aynı durumu orada da görüyorum. Kalabalık... Hem de çok...

Sonunda kursa varıyorum. Kurs hakkında daha sonraki bir yazımda bahsetmeyi düşünüyorum, hele bir bitedursun dersler. TOEFL nedir nasıl çalışılır hepsine değinirim sizler için.

Akşamları da benzer şeyleri yaşıyorum, tekrarlamaya gerek yok. Farklı olan şey ise, İstiklal'e çıkıp gezmek... Kalabalığın içinde adım atacak yer bulamıyorsunuz bazen, böyle durumlarda eğer bir polis aracı görürseniz şanslısınız, onun arkasından hızlıca yürüme şansı yakalayabilirsiniz. Tabi ki aceleniz yoksa İstiklal gibi güzel bir yerde hızlı yürümenin bir anlamı da yok bence. Cadde boyunca canlı müzik yapan insanları -hatta müziği kayıttan çalıp kendi çalıyormuş gibi yapanları- dinleyerek gezebilirsiniz caddeyi boydan boya. Alışveriş tutkunuysanız zaten yaşadınız, her yerde mağazalar var. Eğlence mekanlarına ise değinmek istemiyorum, ilgi alanınıza giriyorsa oraları kendiniz keşfedebilirsiniz.

Neticede İstanbul güzel bir şehir... Ara sıra gezmek için gelmeli insan İstanbul'a. Ama uzun yıllar kalmak nasıl olur bilemiyorum, mutlu da olabilirsiniz mutsuz da. Yaşayanlara sormak lazım o konuda, benim yorumum pek doğru olmaz. Ama dediğim gibi, gezip görmek için mutlaka gelinmesi gereken bir şehir İstanbul. Mutlaka gelin bir gün, gelin ve yaşayın İstanbul'u.