30 Eylül 2011 Cuma

Hızlı ve Hibrit

Hibrit otomobil denildiğinde hepimizin aklına ekonomik aile arabaları gelmekte, zaman zaman lüks araçlar da hibrit olarak yapılsalar da Honda bir ilke imza atarak manuel vitesli bir spor arabayı hibrit olarak üretti. Reklamlarını gördüğümde benim de ilgimi çekmeyi başaran bu otomobil hakkında kısaca bir şeyler yazmak istedim.

Öncelikle hibrit sistem nedir ona kısada bir değinelim. Hibrit kelime anlamı olarak iki farklı bileşenden oluşan sistem olarak tanımlanabilir, yani hibrit sözcüğü otomobillere has bir kavram değildir. Taşıtlar için hibrit sözcüğü kullanıldığında iki farklı tahrik sistemi ile donatıldığını anlamalıyız bu taşıtın. Bu anlamda bakıldığında eski pedallı mobiletlerin de hibrit sınıfına girdiklerini siz de fark ettiniz değil mi? Günümüz taşıtlarına bakacak olursa hibrit taşıtlar bir içten yanmalı motorun bir elektrik motoru ile desteklendiği taşıtlardır. Yani birçoğumuzun sandığı gibi Nissan Leaf benzeri tam elektrikli taşıtlar hibrit değildir, az önce de söylediğim gibi elektriklidirler.

Hibrit tahrik sisteminin faydasına değinecek olursak, sıradan taşıtlardan farklı olarak frenleme sırasında ısı olarak atılan enerjiyi, ısıya çevirmek yerine direkt elektriğe dönüştürerek bataryalarda depolar, daha sonra gerekli durumda bunu kullanarak enerji tasarrufu sağlamış olurlar. Birçok hibrit modelin sahip olduğu paralel hibrit sistemi, sanılanın aksine şehir dışı kullanımda kayda değer bir ekonomi sağlamaz, frenlemenin çok olduğu şehir içi kullanımda marifetini gösterir. 

Marifetini gösterir dedim de, bu söylediğimden çok emin değilim. Yani bir spor otomobile için makul tüketim değerlerine sahip olsa da, aynı güce sahip bir dizel otomobille kıyaslandığında çok da ekonomik olmadığı görülmektedir aslında. 6 ileri vitese sahip olan 1497cc hacmindeki benzinli motor ile elektrik motorunun toplam gücü 124 PS / 6100 rpm ve 5 lt / 100 km karma yakıt tüketimine sahip.

Teknik kısmı bir kenara bırakalım şimdi. Aracın yakından görmek için Honda bayisine gittim. Kapıdan girdiğimde karşımdaki otomobil zaten bakmak istediğim otomobildi. Araç önden bakıldığında hoşuma gitse de, yan ve arka görüntüsünü ben beğenmedim. İç mekanı da şık olan aracın arka koltukları ise bir çok spor otomobil gibi hem var hem yok, yani var ama kullanışlı değil. Ön konsol gerçekten güzel...

Bu arada belirtmek isterim ki satış görevlisi çok ilgilendi, hatta nokta atışı olarak o arabayı sorduğum için bana satabileceğinden ümitliydi o aracı. Ben de almayı çok isterdim ama ufak bir eksiğim vardı onu almak için, para mı ne diyorlar ya işte o kağıtlardan lazımdı birazcık :) Elli beş bin tane 1 liralık madeni para da olabilir. Gerçekten ufak bir eksikmiş değil mi?

Aracı test etme imkanım olmadığı için yazımı burada sonlandırmak istiyorum. Test ettiğimde düşüncelerimi ve kendi çektiğim fotoğrafları tekrar sizlerle paylaşacağım.

 Fotoğraflar www.honda.com.tr adresinden alınmıştır.

TOEFL Hakkında


İngilizcenin artık hayatımızın bir parçası olduğuna kimsenin itirazı yoktur sanırım. Firmaların yabancı firmalarla olan ortaklıkları veya yabancılar ülkelerle olan yapılan ticaret doğrultusunda diğer bazı diller de zaman zaman önem kazansalar da, bilim dili olması sebebiyle İngilizcenin tahtının kolaylıkla sallanamayacağı açıktır. Bu sebeple İngilizce bilmek önemli, ancak bilmek kadar önemli olan bir şey daha var; o da İngilizceyi ne düzeyde bildiğimizi belgelemek… Bu amaçla yapılan çeşitli sınavlar var, bunlardan birisi de hepimizin adını sıklıkla duyduğu TOEFL…

Öncelikle şunu söyleyeyim ki TOEFL; yabancı bir firmanın ticari amaç gütmeksizin yapmış olduğu bir sınav imiş, amaçları dünyada İngilizcenin ne seviyede bilindiği hakkında istatistikî bir çalışma yapmakmış. Bu açıklama ne düzeyde doğru ben de bilmiyorum, ama öyle imiş. Yani sınava girerek aslında bir çalışmaya denek olmuş oluyoruz bir anlamda. Neyse bunu bir kenara bırakalım, nedir bu TOEFL, nasıl hazırlanmalıyız, sınavda nelerle karşılaşmaktayız onlara bir değinelim.

Sınav, her biri 30’ar puan olan 4 bölümden oluşmakta; Reading, Listening, Speaking ve Writing. Toplamda 4 saat civarında sürmekte, bu sürenin tamamını bilgisayar başında geçiriyorsunuz. 10 dakika molanız var ve bu süreyi 10,5 dakika yapma şansınız yok. Bölümlerin içerikleri hakkında bilgi edinmek için internette birazcık araştırma yapabilirsiniz, ama bu araştırma size sınavda pek bir şey katmaz onu baştan söyleyeyim. Sınava girmek istiyorsanız gerçekten adamakıllı çalışmalısınız, çünkü sınav “Abi bi şansımı deniyim. Zor mu kolay mı bi bakayım.” diye girilebilecek bir sınav değil. Gerçi hiçbir sınav öyle değil. Ama bu sınavın diğerlerinden bir farkı var; pahalı! Gerçekten… Denemek için çok pahalı… Onun için sınava girecekseniz önce, TOEFL konusunda tecrübeli birisinden yardım alın. Mesela kursa gitmek gibi profesyonel bir yardım olsun bu. Sınavı tanıyın, iyice hazırlanın.

Kursa gitmeyi planlayanlar için kısaca bir iki şey söyleyim. Öncelikle yabancı dil sınavlarına yönelik kurslar için söylenen “Ya öyle bi taktik öğretiyolarmış ki kelimenin anlamını bilmeden, cümleyi anlamadan soruyu çözebiliyomuşsun soruyu.”  gibi sözlere aldanmayın. Bir takım pratik yollar öğrettikleri doğru, ama bunları uygulayabilmek için yabancı dil bilgisi olmazsa olmaz bir unsur elbette.

İkinci olarak ise şuna dikkat edin, sınava hazırlık kursu İngilizce bilginizi ilerletmez, sadece bildiklerini pratikleştirir. Onun için yeterli seviyede İngilizce bilmiyorsanız önce bu sorunu halledin.
Bol bol pratik yapın elbette, sadece kurs ile yetinmeyin.
Kelime ezberleyin, ama her kelimeyi tek tek ezberlemektense ön ek, kök ve son ekleri iyi bilin daha kolay.

Sınava güzelce hazırlandığınız şimdi, ama bir sorun sizi bekliyor. O da sınava gireceğiniz yer, yani TOEFL sınav merkeziniz. Sınavı satın alırken sınav tarihinden bile önemli olan bir şey varsa o da sınav merkezidir. Neden mi? Çünkü TOEFL, diğer sınavlar gibi herkesin aynı anda başlayıp aynı anda bitirdiği bir sınav değil. Mesela siz Listening bölümündeyken etrafınızdakiler Speaking yapıyorsa (benim sınavda yaşadığım da tam olarak buydu) bu durum sizi gerçekten olumsuz etkileyecektir. Bunu engellemek için yapabileceğimiz bir şey yok elbette, ama etrafımızdaki kişi sayısı ne kadar az ise, sınavda dikkatimiz o kadar az dağılır. Yani 100 kişilik sınav merkezleri yerine 15-20 kişilik olanları tercih etmeye çalışın bence. Bu arada sınav alma işlemini aslında en başa yazmalıydım, çünkü sınava hazırlanmak kadar önemli bu işlem. Son zamana bırakırsanız alacak bir sınav bulamayabilirsiniz, en azından ihtiyacınız olduğu tarihte.

Sınav, dönemine göre 1 ya da 2 hafta ara ile yapılmakta… Ama siz yine de mümkün olan en ön tarihte sınava girin. Neden böyle söylediğimi kendi başımdan geçen olayla size anlatmaya çalışayım, neden kendimize çalışmak için zaman ayırmak varken hemen sınava girmeye çalışalım?

Benim TOEFL’a girmekteki amacım, yüksek lisansa başlayacağım İ.T.Ü.ye dil sınav sonucunu sunmaktı. Bunun için eylülün ikinci haftasına kadar zamanım vardı ve ben temmuzda kursa başladım. Kursun bittiği haftanın sonundaki ilk sınav olan 20 Ağustos tarihine sınav almak istedim, ancak yanımdaki kurs yetkilisi sınava kendi merkezlerinde girmemin daha iyi olacağını söyleyerek 27 Ağustos tarihli sınavı satın aldı. Benim bir şey söylememe fırsat olmadan sınavı almış bulunduk. Neyse zaman vardı, 3 haftada açıklansa bile yetişiyordu. Ben 27 Ağustos tarihinde sınava girdiğimde, bir önceki sınava giren arkadaşların sınavları açıklanmıştı. Aradan 1 hafta geçti, ben de benim sınavımın açıklanmış olduğunu düşünerek ilgili sayfadan sorguladım, “Not avaible” yazıyordu. Aradan zaman geçti, benden sonra sınava giren arkadaşların bile sınavları açıklandı ama bende hala aynı yazı duruyor. Tam 1 ay geçti ve TOEFL sınavını yapan firmadan e-posta geldi, sınavda teknik bir sorun olduğu için sınavım değerlendirilememiş, sınava tekrar girmemi rica ediyorlardı! İşte böyle. Eğer üniversitenin kendi dil sınavına girip onu geçmemiş olsaydım, yani sadece TOEFL’a güvenseydim şu anda okula başlayamamıştım.

Geçmişi bir kenara bırakalım, şu an yüksek lisansa başladım. Dersler iyi gitmekte, bir sıkıntı yok şimdilik. Bir yandan da iş arıyorum, elbet uygun bir iş de bulurum endişeli değişim fazla. TOEFL mı ne oldu? Ona tekrar hazırlanıyorum. Rica ettiler o kadar, özür bile dilediler, sınava girmeyip onları kırmak iyi olmaz tabiî ki. ;)

10 Eylül 2011 Cumartesi

Nükleer Enerjiye Evet mi? Hayır mı?

Son zamanlarda çokça tartışılan bir konu olan nükleer enerji, biz istesek de istemesek de çoktan hayatımızın bir parçası oldu bile. Peki, nedir bu nükleer enerji, ne kadar güvenlidir? Ne kadar gereklidir ülkemiz için? Olsa mı iyi olmasa mı? Kısacası, nükleer enerjiye evet mi, hayır mı?

Bana sorarsanız önce evet, sonra hayır. Peki ya neden? Çünkü yukarıdaki soruların hiçbirinin kesin bir cevabı yok. Enerji ihtiyacımızın giderek arttığı kesin, ama nükleer enerjiyi kullanmak zorunda mıyız o ayrı. Bir açıdan baktığımızda faydalı olarak görüyoruz nükleer enerjiyi, farklı açıdan baktığımızda ise zararlı… Öyleyse neden evet, neden hayır? Gelin birlikte bu soruların cevabını arayalım.

Her şeyden önce nükleer enerjinin kaynağı nedir ona bir bakalım kısaca:

“Ağır radyoaktif (Uranyum gibi) atomların bir nötronun çarpması ile daha küçük atomlara bölünmesi (fisyon) veya hafif radyoaktif atomların birleşerek daha ağır atomları oluşturması (füzyon) sonucu çok büyük bir miktarda enerji açığa çıkar. Bu enerjiye nükleer enerji denir. Nükleer reaktörlerde fisyon reaksiyonu ile edilen enerji elektriğe çevrilir.” şeklinde bir açıklama yazılmış Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun resmi internet sayfasında.[1]

Enerjinin kaynağını bulduk, şimdi sıra neden evet dediğimde. Tehlikeli değil mi bu nükleer santraller? Ya sızıntı olursa, patlarsa? Az da olsa radyoaktif madde bırakmıyor mu atmosfere bu nükleer santraller? Öyleyse neden evet?

Ülkemize kurulacak olan nükleer santrallerin tehlikesini tartışacak durumda değiliz çünkü. Zaten yeni kurulan, emniyet tedbirleri iyi alınmış bir tesis ne kadar zararlı olabilir? Güvenliğin üst düzeyde tutulduğu bir işletmede risk ne kadar üst düzeyde olabilir? %100 güvenli olacağı gibi bir iddiam yok, ancak az önce de dediğim gibi kendi ülkemizdekinin tehlikesini tartışacak durumda değiliz biz. Sebebi ise çok açık; komşularımızın sahip olduğu nükleer santraller… Kuzey batımızda yer alan Kozloduy Nükleer Santrali[2] güvenli mi? Peki ya bize ne kadar uzaklıkta? Çernobil’den daha mı uzakta mesela? Hiç sızıntı yapmıyor mu?

Kozloduy Nükleer Enerji Santrali[3]
Bütün bunların cevabı maalesef “Hayır”. Zaman zaman yer alan tehlikeli sızıntılar, sadece bizi değil, tüm dünyayı tehdit ettiğini açıkça gösteriyor bu santralin. Peki ya Metzamor’a ne demeli? Türkiye sınırından yalnızca 16 km uzaklıkla olan bu nükleer santral ne kadar güvenli? Depremde hasar gördüğü halde bir süre daha çalıştırıp daha sonra kapatılan ve sonrasında tekrar kullanımına başlanan Metzamor[4] Nükleer Santral’inden sizce de daha güvenli değil mi ülkemize kurulacak olan santral?

Metzamor Nükleer Santral[5]
Konumuzla direkt bir ilgisi yok ama yeri gelmişken hemen söyleyeyim, o büyük yapılar baca değil soğutma kulesi ve o yükselen şeyler duman değil sadece su buharı. Bu söylediğim tüm termik santraller için geçerli...
Ülkemize istihdam sağlayacak olması açısından da önemli bu nükleer santraller. Her ne kadar çalışanların çoğunun yabancı olacağına inansam da, Türk yan sanayileri hizmet edecek bu santrale. Kazanılan paranın büyük kısmı Türkiye’de harcanacak mesela. Aklıma gelenler bunlar, ama bunlarla sınırlı değil elbette faydaları.

Gelelim madalyonun diğer yüzüne. Mademki çok kötü bir şey değil bu nükleer santral, öyleyse neden hayır? Bu soru için de kendimce haklı sebeplerim var. Enerji israfı yaptığımız ülkemizde, yeni bir santral kurmak yerine enerji verimliliğine önem versek daha iyi değil mi? Böylece enerji ihtiyacımızı azaltmış olacağız ülke olarak, belki de hiç ihtiyacımız kalmayacak nükleer santrale. Amerika’nın, enerji verimliliğine yönelmesi sonucunda 10larca nükleer santralin yapımını yarıda bıraktığını biliyor muydunuz mesela?

Çeşitli enerji kaynaklarına örnekler[6]
Bir de yenilenebilir enerji diye bir şey duydum ben, bilmiyorum siz de duydunuz mu. Hani her köşeye bir rüzgâr türbini, her çatıya bir güneş paneli koymasak da, ekonomik olanların tamamını değerlendirelim bir kere. (Bu arada sakın ha her çatıya bir güneş paneli koymaya kalkmayın, gerçekten ekonomimize faydadan çok zarar getirebilir şu anda. Güneş bedava ama zaten verimleri de düşük olan fotovoltaik sistemler gerçekten çok pahalı. Bir de bunları ithal ettiğimizi düşünün.) Sonra yerli kömürlerimiz var mesela, yenilenebilir olmasa da yettiği kadar onları bi’ kullansak… Kömür temiz değil belki ama öbür tarafta da nükleer enerji var sonuçta. Hem yerli kaynak, kendi halkımız çalışıyor her aşamasında. Ayrıca, dünyanın yeniden kömürle ilgilenmeye başladığını biliyor muydunuz? Akarsularımız var boşa akan, hepsi değil tabii ama ekonomik olanları değerlendirilmeli mutlaka. Deniz akıntılarımız, dalgalarımız var mesela. Biyokütlemiz var; her şehir kendi çöpüyle, kendi orman atığıyla bir miktar karşılayabilir enerjisini.

Şimdi, bütün bunlar da yetmedi mi? Enerjiyi verimli kullandık, kendi kaynaklarımıza öncelik verdik, hepsini yaptık ama yine de yetmedi. İşte o zaman kuralım. Çünkü o zaman gerçekten ihtiyacımız var demektir nükleer santrale.

Yazımı beğendiniz mi bilmiyorum. Bilmiyorum, siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz artık?



Kaynaklar